31 Ağustos 2015 Pazartesi

Hikaye: St. Xavier Akademisi - 1. Bölüm | Zeynep Buse



St. Xavier Akademisi - 1. Bölüm

Akademinin meleklere ayrılmış bölümündeki büyük bahçeye açılan balkonda durmuş bundan sonra hayatımda neler olabileceğini düşünüyordum. Bu seneye kadar her şey yolunda gitmişti. Eğitimimde hiçbir sorun çıkmamıştı. Hatta aksine her şey mükemmeldi. Arkadaşlarım ve profesörlerimle hiçbir sorunum olmamıştı. Fakat bu sene için içimde anlamlandıramadığım bir sıkıntı vardı. İnsanımla iyi anlaşacağıma emindim ama yine de canımı sıkan, nefes almamı zorlaştıran bir şeyler vardı. Tabi içimdeki bu sıkıntıda en büyük paya rakibim sahipti.

Başımı iki yana sallayarak aklımdaki olumsuz düşüncelerden kurtulmaya çalıştım. Rakibim açıklandığından beri aynı şeyleri düşünüp duruyordum zaten. Ondan kurtulmaya çalışırken ben engel olamadan düşüncelerim yine Hunter isimli şeytana kaydı. Neredeyse eğitim hayatım boyunca onun başarılarını dinlemiştim. Çok güçlü olduğunu biliyordum. Ünü bizim tarafımıza kadar gelmişti. Tabi acımasız olduğunu da duymuştuk. Şeytanların elindeki en güçlü adamlardan biri olduğunu söylemeye gerek bile yok tabi. Zaten beni korkutan da buydu. Güçle savaşabilirdim peki ya acımasızlıkla?

 Hunter'a yenilmeyi hazmedebilsem bile bir insanın kötü olmasına engel olamamanın beni ne kadar çok üzeceğini biliyordum. O yüzden elimden gelenden de fazlasını yapmalıydım. İyilik her zaman kazanırdı hem değil mi? Bu düşünceler içinde bir oraya bir buraya savrulurken yanımda duyduğum ani sesle yerimden sıçradım.

"Sunny, iyi misin? Seni korkutmak istememiştim."

En yakın arkadaşım Violet'ın endişeli yüzü kendini belli ediyordu zaten. Gülümsemeye çalışarak onu cevapladım.

"İyiyim. Düşünüyordum. Geldiğini fark etmemişim."

Violet'in yüzüne sevimli olduğu kadar da yaramaz bir gülümseme yayıldı. "Ne düşünüyordun peki?"

Derin bir nefes alıp yanaklarımı şişirdim ve ona bakarak yüzümü buruşturdum.

"Ne olabilir tabi ki de rakibimi."

"Ah, tatlım! Bu kadar düşünme. Sen gördüğüm en güçlü meleklerden birisin. Eminim o şeytanın da üstesinden gelirsin." Violet'ın yüzündeki şefkat bir anda şaşkınlığa dönüştü ve "Yoksa sen hala insanınla tanışmadın mı?" diye sordu.

Kafamı iki yana sallayarak yanıtladım onu. Sabahtan beri tanışmayı erteleyip duruyordum. O şeytanla karşılaşacak olmak beni tedirgin ediyordu. Her ne kadar kendime itiraf etmek istemesem de o şeytan ziyaretini bitirdikten sonra ziyarete gitmek için uğraşıyordum. Tabi onun ziyareti ne zaman yapacağını ancak Tanrı bilirdi. Önünde sonunda onunla karşılaşacağımı tabi ki de biliyordum ama bu kadar erken olmasına da gerek yoktu sanırım.

Violet dile getirmediğim şeyleri anlamış gibi gözlerini kısarak bana baktı ve ardından kızılımsı kıvırcık saçlarının savrulmasına neden olacak şekilde zıplayarak oradan oraya zıpladı. Beyaz eteğinin uçlarını tutup etrafında dönerek konuşmaya başladı.

"Ben tanıştım! Çok sevimli bir kız. İsmi Lena, o da senin insanın gibi 18 yaşında. Görsen Sunny o kadar heyecanlı ki hiç yerinde duramıyor. Keşke onunla karşılıklı olarak tanışabilseydik. Eminim çok iyi arkadaş olurduk."

Violet'ın insanını ne kadar çok sevdiğini gözlerine bakınca anlamak mümkündü zaten. Bir an için hala Robert'la tanışmadığım için kendimi suçlu hissettim. Sırf o şeytanla karşılaşmaktan çekiniyorum diye tanışmaya gitmeyerek insanımı kendi ellerimle ona teslim etmiştim neredeyse.

Yanımda sabırla düşüncelerimi bir sonuca kavuşturmamı bekleyen kızıl saçlı meleğe dönüp gülümsedim. O da bana sevimli bir gülümseme sunmuştu.

"Teşekkürler Violet."

"Ben bir şey yapmadım ki. Eğer yanına gelmeseydim biraz daha düşündükten sonra zaten insanınla tanışmaya gidecektin. Ben sadece olayı hızlandırdım."

Kahkahama engel olamadım. Onun bana olan güveni beni çok mutlu ediyordu. Aklıma gelen ani bir şeyle tekrar ona döndüm.

"Peki, senin rakibin kim?"

Violet'ın yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silindi ve bıkkın bir hal aldı. "Afrodit adında bir şeytan. Kendini beğenmişin teki. Ama onu yenmekten büyük bir mutluluk duyacağıma eminim."

"Ben de." diyerek onu onayladım. Sonrasında onu balkonda yalnız bırakarak insanımla tanışmak için yanından ayrıldım.  Koridorda ilerlerken duvarda asılı duran insan zamanına göre ayarlanmış büyük saate baktım. Gece yarısına gelmek üzereydi. 'Umarım insanım uyumamıştır.' diye düşünmeden edemedim.

* * *

Robert'ın odasına girdiğimde onu çalışma masasında ders çalışırken buldum. Bu saatte neden hala ayakta olduğunu anlamak için zihnine biraz göz gezdirdim ve yarın çok önemli bir sınavı olduğunu öğrendim. Derslerine bu kadar önem vermesi beni sevindirmişti. Odasını incelemek için kendime biraz izin verdim. Küçük ama güzel bir odası vardı. Yatak, çalışma masası ve giysi dolabı dışında neredeyse boştu ama duvarlara asılan posterlere bakılırsa bateriye karşı bir ilgisi vardı. Onun hakkında bir şey öğrenmiş olmak beni mutlu etti.

İncelememi bitirince çalışma masasıyla bitişik bir şekilde duran kıyafet dolabına yaslanarak onu incelemeye başladım. Kahverengi dalgalı saçları kulaklarına kadar geliyordu. Gözlüklerinin arkasından gördüğüm kadarıyla gözleri elaydı. O gözler kısılmış bir şekilde önündeki kitaba yoğunlaşmıştı. Masasının üstünde arkadaşları ve ailesiyle çekilmiş olduğu fotoğrafları vardı. Robert'la eşleştiğim için sevinmeden edemedim. Bana zorluk çıkaracak bir insana benzemiyordu çünkü. İyi bir ittifakla iyiliğin gücünü o şeytana gösterebilirdik. Belki de bu kadar endişelenmem yersizdi.

Ben tam şeytanın yenilgi sonrası yüzünün alacağı şekli düşünürken arkamdan gelen saçlarımın öne savrulmasına neden olacak bir rüzgâr hissettim. Kafamı çevirmemiş olmama rağmen ne olup bittiğini anlamıştım. Rakibim de buradaydı. Ben ona dönmeye yetecek kadar cesaret toplamaya çalışırken o tok ve buram buram tehlike kokan bir sesle konuştu.

"Nihayet gelebilmişsin."

Yaslandığım dolaptan yavaşça doğruldum ve çok daha yavaş bir şekilde ona doğru döndüm. Robert'ın tek kişilik yatağına kollarını kafasının altında birleştirmiş bir şekilde uzanmıştı. Siyah ve delici gözleriyle beni baştan aşağıya süzmeye başladı. Bu zaman zarfında ben de onu incelemeye başladım.

Kolları benim bacaklarımdan daha kalın gibi duruyordu. Üzerine giydiği siyah dar tişört vücuduna yapışmıştı. Kaslarını zahmetsizce gözler önüne seriyordu. Siyah dar pantolonu da kalın bacaklarını ikinci bir deri gibi sarmıştı. Ayağındaki postallar tabi ki de siyahtı. Kısacık siyah saçları ve yüzünü kaplayan kirli sakal ona çok daha tehlikeli bir hava katıyordu. Sanki yeterince tehlikeli ve korkunç değilmiş gibi! Kanatlarını gizlemiş olmalıydı. Siyah tüylerini göremiyordum.

Onu incelemeye o kadar dalmıştım ki tekrar konuşmasıyla yerimde sıçramama engel olamadım.

"İncelemen bittiyse işimize bakalım, Melek"

"Sunny. Adım Sunny." Sesimdeki titremelere engel olamamıştım. Adımı neden söylediğim hakkında ise en ufak bir fikrim bile yoktu. Sırf konuşmak için konuşmuştum.

İfadesiz yüzü sanki mümkünmüş gibi daha da ifadesiz bir hal aldı. "Sence umurumda mı?"

Bir an için ne diyeceğimi bilemedim. Hayatımda ilk defa bir şeytanla karşılaşıyorum ve yaptığım ilk şey kendimi koca bir aptal gibi göstermek olmuştu. Derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya çalıştım.

"Uzun bir süre seninle rakip olacağız. Her seferinde bana 'melek' diye seslenmeni istemediğim için sana adımı söyledim. Benim de sana 'şeytan' diye hitap etmem seni rahatsız ederdi herhalde."

Konuşmanın sonuna doğru sesim iyice kısılmıştı. Bakışlarını tavana çevirip gözlerini kapatmıştı. Hatta o kadar ifadesiz ve hareketsiz durmuştu ki bir an için uyuduğunu sandım ki bizim ya da onların uykuya çok ihtiyacımız yoktu. Birkaç gün uyumasak bile sorun olmazdı.

Konuşmam bittiğinde bıkkın bir şekilde gözlerini açıp ani bir hareketle yataktan kalktı. Ben hareket ettiğini bile göremeden hemen dibimde durmuştu. Kanatlarımla sırtımın birleştiği yerde ortaya çıkan ani titremeyle neye uğradığımı şaşırdım. Şaşkınlıkla yüzüne bakabilmek için kafamı geriye yatırmak zorunda kalmıştım. Benden çok daha uzundu. Yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. Bana dokunmadı -zaten dokunması durumunda ceza alacağını biliyor olmalıydı- sadece nefesi yüzüme çarpıyordu. Normalde şeytanların nefesi nasıl kokar hiçbir bilgim yok ama onun ki çok ferah ve... Etkileyiciydi. Tek kelime bile etmeden siyah gözlerini kocaman açılmış gözlerime dikip bir süre öylece durdu. Sonra kolundaki olmayan saatine bir bakış attı. Bir santim bile kıpırdamadan konuştu.

"Saat yeterince geç olmuş. Haydi, çocuklar yatağa."

Robert'ın elindeki kalemi kitabının üzerine bıraktığını görmesem de hissettim. İtiraz etmek için "Yarın çok önemli bir sınavı var." diye çıkıştım.

Geriye doğru birkaç adım attıktan sonra gözlerini benden ayırmadan konuşmaya başladı. "Ne olmuş yani. Yeterince çalıştı. Yatma vakti geldi bence." Gözlerinde tehlikeli bir ışık yanıp söndükten sonra mırıldandı. "Onun da... Senin de..."

Robert sandalyesinden kalkıp yatağa doğru ilerlemeye başladı. Ruhuma işleyen panikle "Hayır!" diye bağırdım. Rob yatağı ve çalışma masası arasında kararsızca duraksadı. Bir yatağa bir de açık kitabına bakıp duruyordu.

"Kendini boşuna yorma Melek. Aslında buraya kadar yorulmana bile şaşırdım. Yenileceğini bile bile neden geldin ki?" Bunu bir soru gibi değil de yakınma gibi dile getirmişti.

Ona meydan okumak için bakışlarımı simsiyah gözlerine sabitledim. "Yenileceğimi de nereden çıkardın?"

Tek kaşını kaldırıp umursamaz bir tavırla mırıldandı. "Bana herkes yenilir." Ardından sıkılmış gibi uzun bir nefes verdikten sonra gözlerinde şeytani bir parlamayla kafasını yana doğru yavaşça yatırdı. Tekrar konuşmaya başladığında ürpermeden edemedim. "Bu kadar eğlence yeter. Yatağa!"

Robert bir an bile duraksamadan yorganının altına girip ışığı kapattı. O ise karanlıkta kıpkırmızı parlayan gözleriyle hala bana bakmaya devam ediyordu. İri gölgesi bana bir adım yaklaştıktan sonra kulağıma doğru eğilip fısıldadı. "Yatağa küçük melek." Ben sesindeki müstehcen tondan dolayı titrememek için uğraşırken o tıpkı geldiği gibi bir rüzgârla gitmişti.

Gözlerimi karanlık odanın içinde gezdirdim bir müddet. Boğazıma düğümlenen yumruyu görmezden gelmeye çalışarak ben de okula döndüm.

* * *

İnsanımla tanışmaya gitmeden önce umutsuzca durduğum balkonda şimdi çok daha umutsuz bir şekilde duruyordum. Rakibimin güçlü olduğunu zaten biliyordum ama onun karşısında yeteneksiz bir yeni yetme gibi duracağımı hiç tahmin etmemiştim.

Karşısında mantıklı tek kelime edememiştim. Eminim şu an çok kolay bir av olduğumu düşünüyordur. Ah Tanrım! Aramızda geçenleri düşündükçe hem sinirleniyor hem de ağlama isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Robert'a tek bir kelimeyle hükmetmişti. Tabi benim aklımı da yerle bir etmişti!

Ben farkında bile olmadan gözlerimden akan iki damla yaşa engel olamadım. Her ne kadar ben sinirden olduğunu düşünmek istesem de gerçek çok farklıydı. Arkamda duyduğum ayak sesiyle hızlıca başımı çevirdim. Kalbim bir anda daha hızlı atmaya başlamıştı. Karşımda Profesör Howard'ı görünce farkında olmadan tuttuğum nefesimi bıraktım. O şeytan dengemi alt üst etmişti.

Profesör anlayışlı bakışlarla yanıma doğru geldi. Elini uzatıp yüzümdeki gözyaşı izlerinin üzerinde dolaştırdı. Sonrasında ufak bir gülümsemeyle "Demek ilk karşılaşma istediğin gibi gitmedi." diye mırıldandı o rahatlatıcı sesiyle.

Kafamı olumsuz anlamda sallayıp gözlerime kadar gelen yaşları geri gönderdim. Ben konuşmayınca o konuşmaya devam etti. "Merak etme Sunny. Bu daha ilk karşılaşmanızdı. Önünüzde uzun bir zaman dilimi var. Henüz hiçbir şey belli değil."

"Öyle Profesör ama Robert'ın söylediklerimi bir an bile dinlememiş olması beni çok üzüyor. Ona doğru düzgün bir şeyler söyleyememiş olmaksa sinirlerimi alt üst ediyor!"

"Hayır, Sunny, dinlemiş. Sen kendine güvenir bir şekilde ona itiraz ettiğinde o da kararsızca beklemiş. Ama sonrasında sen kendine olan güvenini kaybetmişsin."

Bir an için Robert'ın kararsız bir şekilde yatak ve çalışma masası arasında beklediği ana geri döndüm. Evet, beni dinlemişti. Ama ben hemen önümde duran o şeytan yüzünden dikkatimi ona verememiştim. Ya sürekli böyle olursa ben ne yaparım? Bakışlarımı Profesör'e çevirip aklımdakileri dile getirdim.

"Profesör, onun yanında kendimi çok güçsüz hissediyorum. Sanki tüm gücümü ve irademi ele geçiriyor gibi."

Profesör Howard samimi bir gülümsemeyle beni cevapladı. "O bir şeytan Sunny. Senin gücünü emmek için gönderildi. Senin tam zıttın o. Senin korkularınla beslenen bir şeytan. Eğer kendine yeteri kadar güvenirsen o da aynı şeyleri hissedecek. Kendine güveni ve inancı fazla olan bu savaşı kazanır. Unutma Sunny, inanç..."

Profesöre teşekkür eden bir gülümsemeyle bakıp "Yarın her şey çok daha güzel olacak." diye mırıldandım. İçimde yeşeren umuda engel olamamıştım. Zaten umutsuz olmak bize yakışır bir davranış değildi ki...

O şeytan gerçek yenilmezin kim olduğunu öğrenecekti ona ben öğretecektim. İyilik şimdiye kadar hep kazanmıştı ve bundan sonra da değişen bir şey olmayacaktı. İnancımı asla kaybetmeyecektim.

Profesöre selam verdikten sonra odama doğru koşar adımlarla ilerlemeye başladım. Yarın Robert'ı ilk ziyaret eden ben olmalıydım. Bu yüzden odama gidip biraz dinlenmeliydim.

O şeytana kimin patron olduğunu göstereceğim!

~ * ~ * ~ * ~

Orta yaşlı hizmetkâr efendisinin bulunduğu yere girdiğinde selam verip kafasını yerden kaldırmadan ona doğru ilerledi.

Sağ ayağı ve sol eliyle bir yere zincirlenmiş olan efendisi onu gördüğü an oturduğu büyük koltuktan kalktı. Zincirler rahat hareket etmesine engel olsa da onun koltuktan birkaç metre uzaklaşmasına engel olmuyordu. Hizmetkârının ona yaklaşmasını beklemeden konuşmaya başladı.

"Ne oldu?"

Hizmetkârı yüzündeki gülümsemeyi bastırmaya çalışarak onu cevapladı. "Hunter ve Sunny ilk karşılaşmalarına çıktılar efendim."

"Peki sonuç?"

"İlk karşılaşmayı Hunter kazandı. Ama Sunny ikinci karşılaşma için çok hırslı. Hem de bir meleğe yakışmayacak kadar hırslı."

Efendisi boş odayı dolduracak bir kahkaha attı. "Peki, başka bir şey olmadı mı?"

"Aralarındaki çekimi herkes fark etti. Birbirlerine karşı koymakta zorlanacak gibiler."

Efendisi keyifle kafasını salladı. "İşte bu iyi haber!"

"İkisinin eşleşmesini sağlamakla en doğru kararı verdiniz efendim. O ikisi her şeyin anahtarı olacak."

"Ben de öyle umuyorum Derek. Şimdi git ve bana çok daha iyi haberler getirmeden gelme."

"Emredersiniz efendim." Hizmetkâr hızlı adımlarla odadan çıktı. Burada kimseye yakalanmak istemediği kesindi.

Efendisi biraz önce heyecanla kalktığı koltuğa sakin ama rahatlamış bir şekilde oturmuştu. Çektiği çilenin sonu gelmek üzereydi. Derin bir nefesten sonra yavaşça mırıldandı.

"Herkes Nemesis'in gücünü öğrenecek. Bana… Bize yaptıkları şeyler için pişman olacaklar!"





2 yorum:

  1. eskiden Angels Friends diye bir çizgi film izliyodum -hala izliyor ;)- birazcık onun fan fiction 'ı gibi olmuş ama yinede hoşuma gitti.Ellerine sağlık yeni bölüm için sabırsızlıkla bekliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet evet evet! Kendilerini çoook sevdiğim ve azıcık(!) esinlendiğim doğrudur :) Hikayenin temellerini o oluşturuyor yani :) Beğenmene çok sevindim :) Teşekkürler :))

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...