St. Xavier Akademisi - 1. Bölüm
Akademinin
meleklere ayrılmış bölümündeki büyük bahçeye açılan balkonda durmuş bundan
sonra hayatımda neler olabileceğini düşünüyordum. Bu seneye kadar her şey
yolunda gitmişti. Eğitimimde hiçbir sorun çıkmamıştı. Hatta aksine her şey
mükemmeldi. Arkadaşlarım ve profesörlerimle hiçbir sorunum olmamıştı. Fakat bu
sene için içimde anlamlandıramadığım bir sıkıntı vardı. İnsanımla iyi
anlaşacağıma emindim ama yine de canımı sıkan, nefes almamı zorlaştıran bir
şeyler vardı. Tabi içimdeki bu sıkıntıda en büyük paya rakibim sahipti.
Başımı iki
yana sallayarak aklımdaki olumsuz düşüncelerden kurtulmaya çalıştım. Rakibim
açıklandığından beri aynı şeyleri düşünüp duruyordum zaten. Ondan kurtulmaya
çalışırken ben engel olamadan düşüncelerim yine Hunter isimli şeytana kaydı. Neredeyse
eğitim hayatım boyunca onun başarılarını dinlemiştim. Çok güçlü olduğunu
biliyordum. Ünü bizim tarafımıza kadar gelmişti. Tabi acımasız olduğunu da
duymuştuk. Şeytanların elindeki en güçlü adamlardan biri olduğunu söylemeye
gerek bile yok tabi. Zaten beni korkutan da buydu. Güçle savaşabilirdim peki ya
acımasızlıkla?
Hunter'a
yenilmeyi hazmedebilsem bile bir insanın kötü olmasına engel olamamanın beni ne
kadar çok üzeceğini biliyordum. O yüzden elimden gelenden de fazlasını
yapmalıydım. İyilik her zaman kazanırdı hem değil mi? Bu düşünceler içinde bir
oraya bir buraya savrulurken yanımda duyduğum ani sesle yerimden sıçradım.
"Sunny,
iyi misin? Seni korkutmak istememiştim."
En yakın
arkadaşım Violet'ın endişeli yüzü kendini belli ediyordu zaten. Gülümsemeye
çalışarak onu cevapladım.
"İyiyim.
Düşünüyordum. Geldiğini fark etmemişim."
Violet'in
yüzüne sevimli olduğu kadar da yaramaz bir gülümseme yayıldı. "Ne
düşünüyordun peki?"
Derin bir
nefes alıp yanaklarımı şişirdim ve ona bakarak yüzümü buruşturdum.
"Ne
olabilir tabi ki de rakibimi."
"Ah,
tatlım! Bu kadar düşünme. Sen gördüğüm en güçlü meleklerden birisin. Eminim o
şeytanın da üstesinden gelirsin." Violet'ın yüzündeki şefkat bir anda
şaşkınlığa dönüştü ve "Yoksa sen hala insanınla tanışmadın mı?" diye
sordu.
Kafamı iki
yana sallayarak yanıtladım onu. Sabahtan beri tanışmayı erteleyip duruyordum. O
şeytanla karşılaşacak olmak beni tedirgin ediyordu. Her ne kadar kendime itiraf
etmek istemesem de o şeytan ziyaretini bitirdikten sonra ziyarete gitmek için
uğraşıyordum. Tabi onun ziyareti ne zaman yapacağını ancak Tanrı bilirdi.
Önünde sonunda onunla karşılaşacağımı tabi ki de biliyordum ama bu kadar erken
olmasına da gerek yoktu sanırım.
Violet dile
getirmediğim şeyleri anlamış gibi gözlerini kısarak bana baktı ve ardından
kızılımsı kıvırcık saçlarının savrulmasına neden olacak şekilde zıplayarak oradan
oraya zıpladı. Beyaz eteğinin uçlarını tutup etrafında dönerek konuşmaya
başladı.
"Ben
tanıştım! Çok sevimli bir kız. İsmi Lena, o da senin insanın gibi 18 yaşında.
Görsen Sunny o kadar heyecanlı ki hiç yerinde duramıyor. Keşke onunla
karşılıklı olarak tanışabilseydik. Eminim çok iyi arkadaş olurduk."
Violet'ın
insanını ne kadar çok sevdiğini gözlerine bakınca anlamak mümkündü zaten. Bir an
için hala Robert'la tanışmadığım için kendimi suçlu hissettim. Sırf o şeytanla
karşılaşmaktan çekiniyorum diye tanışmaya gitmeyerek insanımı kendi ellerimle
ona teslim etmiştim neredeyse.
Yanımda
sabırla düşüncelerimi bir sonuca kavuşturmamı bekleyen kızıl saçlı meleğe dönüp
gülümsedim. O da bana sevimli bir gülümseme sunmuştu.
"Teşekkürler
Violet."
"Ben
bir şey yapmadım ki. Eğer yanına gelmeseydim biraz daha düşündükten sonra zaten
insanınla tanışmaya gidecektin. Ben sadece olayı hızlandırdım."
Kahkahama
engel olamadım. Onun bana olan güveni beni çok mutlu ediyordu. Aklıma gelen ani
bir şeyle tekrar ona döndüm.
"Peki,
senin rakibin kim?"
Violet'ın
yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silindi ve bıkkın bir hal aldı. "Afrodit
adında bir şeytan. Kendini beğenmişin teki. Ama onu yenmekten büyük bir
mutluluk duyacağıma eminim."
"Ben
de." diyerek onu onayladım. Sonrasında onu balkonda yalnız bırakarak
insanımla tanışmak için yanından ayrıldım.
Koridorda ilerlerken duvarda asılı duran insan zamanına göre ayarlanmış
büyük saate baktım. Gece yarısına gelmek üzereydi. 'Umarım insanım
uyumamıştır.' diye düşünmeden edemedim.
* * *
Robert'ın
odasına girdiğimde onu çalışma masasında ders çalışırken buldum. Bu saatte
neden hala ayakta olduğunu anlamak için zihnine biraz göz gezdirdim ve yarın
çok önemli bir sınavı olduğunu öğrendim. Derslerine bu kadar önem vermesi beni
sevindirmişti. Odasını incelemek için kendime biraz izin verdim. Küçük ama
güzel bir odası vardı. Yatak, çalışma masası ve giysi dolabı dışında neredeyse
boştu ama duvarlara asılan posterlere bakılırsa bateriye karşı bir ilgisi
vardı. Onun hakkında bir şey öğrenmiş olmak beni mutlu etti.
İncelememi
bitirince çalışma masasıyla bitişik bir şekilde duran kıyafet dolabına
yaslanarak onu incelemeye başladım. Kahverengi dalgalı saçları kulaklarına
kadar geliyordu. Gözlüklerinin arkasından gördüğüm kadarıyla gözleri elaydı. O
gözler kısılmış bir şekilde önündeki kitaba yoğunlaşmıştı. Masasının üstünde
arkadaşları ve ailesiyle çekilmiş olduğu fotoğrafları vardı. Robert'la
eşleştiğim için sevinmeden edemedim. Bana zorluk çıkaracak bir insana
benzemiyordu çünkü. İyi bir ittifakla iyiliğin gücünü o şeytana
gösterebilirdik. Belki de bu kadar endişelenmem yersizdi.
Ben tam
şeytanın yenilgi sonrası yüzünün alacağı şekli düşünürken arkamdan gelen
saçlarımın öne savrulmasına neden olacak bir rüzgâr hissettim. Kafamı
çevirmemiş olmama rağmen ne olup bittiğini anlamıştım. Rakibim de buradaydı.
Ben ona dönmeye yetecek kadar cesaret toplamaya çalışırken o tok ve buram buram
tehlike kokan bir sesle konuştu.
"Nihayet
gelebilmişsin."
Yaslandığım
dolaptan yavaşça doğruldum ve çok daha yavaş bir şekilde ona doğru döndüm.
Robert'ın tek kişilik yatağına kollarını kafasının altında birleştirmiş bir
şekilde uzanmıştı. Siyah ve delici gözleriyle beni baştan aşağıya süzmeye
başladı. Bu zaman zarfında ben de onu incelemeye başladım.
Kolları
benim bacaklarımdan daha kalın gibi duruyordu. Üzerine giydiği siyah dar tişört
vücuduna yapışmıştı. Kaslarını zahmetsizce gözler önüne seriyordu. Siyah dar
pantolonu da kalın bacaklarını ikinci bir deri gibi sarmıştı. Ayağındaki
postallar tabi ki de siyahtı. Kısacık siyah saçları ve yüzünü kaplayan kirli
sakal ona çok daha tehlikeli bir hava katıyordu. Sanki yeterince tehlikeli ve
korkunç değilmiş gibi! Kanatlarını gizlemiş olmalıydı. Siyah tüylerini
göremiyordum.
Onu
incelemeye o kadar dalmıştım ki tekrar konuşmasıyla yerimde sıçramama engel
olamadım.
"İncelemen
bittiyse işimize bakalım, Melek"
"Sunny.
Adım Sunny." Sesimdeki titremelere engel olamamıştım. Adımı neden
söylediğim hakkında ise en ufak bir fikrim bile yoktu. Sırf konuşmak için
konuşmuştum.
İfadesiz
yüzü sanki mümkünmüş gibi daha da ifadesiz bir hal aldı. "Sence umurumda
mı?"
Bir an için
ne diyeceğimi bilemedim. Hayatımda ilk defa bir şeytanla karşılaşıyorum ve
yaptığım ilk şey kendimi koca bir aptal gibi göstermek olmuştu. Derin bir nefes
aldıktan sonra konuşmaya çalıştım.
"Uzun
bir süre seninle rakip olacağız. Her seferinde bana 'melek' diye seslenmeni
istemediğim için sana adımı söyledim. Benim de sana 'şeytan' diye hitap etmem
seni rahatsız ederdi herhalde."
Konuşmanın
sonuna doğru sesim iyice kısılmıştı. Bakışlarını tavana çevirip gözlerini
kapatmıştı. Hatta o kadar ifadesiz ve hareketsiz durmuştu ki bir an için
uyuduğunu sandım ki bizim ya da onların uykuya çok ihtiyacımız yoktu. Birkaç
gün uyumasak bile sorun olmazdı.
Konuşmam
bittiğinde bıkkın bir şekilde gözlerini açıp ani bir hareketle yataktan kalktı.
Ben hareket ettiğini bile göremeden hemen dibimde durmuştu. Kanatlarımla
sırtımın birleştiği yerde ortaya çıkan ani titremeyle neye uğradığımı şaşırdım.
Şaşkınlıkla yüzüne bakabilmek için kafamı geriye yatırmak zorunda kalmıştım.
Benden çok daha uzundu. Yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. Bana
dokunmadı -zaten dokunması durumunda ceza alacağını biliyor olmalıydı- sadece
nefesi yüzüme çarpıyordu. Normalde şeytanların nefesi nasıl kokar hiçbir bilgim
yok ama onun ki çok ferah ve... Etkileyiciydi. Tek kelime bile etmeden siyah
gözlerini kocaman açılmış gözlerime dikip bir süre öylece durdu. Sonra
kolundaki olmayan saatine bir bakış attı. Bir santim bile kıpırdamadan konuştu.
"Saat
yeterince geç olmuş. Haydi, çocuklar yatağa."
Robert'ın
elindeki kalemi kitabının üzerine bıraktığını görmesem de hissettim. İtiraz
etmek için "Yarın çok önemli bir sınavı var." diye çıkıştım.
Geriye doğru
birkaç adım attıktan sonra gözlerini benden ayırmadan konuşmaya başladı.
"Ne olmuş yani. Yeterince çalıştı. Yatma vakti geldi bence."
Gözlerinde tehlikeli bir ışık yanıp söndükten sonra mırıldandı. "Onun
da... Senin de..."
Robert
sandalyesinden kalkıp yatağa doğru ilerlemeye başladı. Ruhuma işleyen panikle
"Hayır!" diye bağırdım. Rob yatağı ve çalışma masası arasında
kararsızca duraksadı. Bir yatağa bir de açık kitabına bakıp duruyordu.
"Kendini
boşuna yorma Melek. Aslında buraya kadar yorulmana bile şaşırdım. Yenileceğini
bile bile neden geldin ki?" Bunu bir soru gibi değil de yakınma gibi dile
getirmişti.
Ona meydan
okumak için bakışlarımı simsiyah gözlerine sabitledim. "Yenileceğimi de
nereden çıkardın?"
Tek kaşını
kaldırıp umursamaz bir tavırla mırıldandı. "Bana herkes yenilir."
Ardından sıkılmış gibi uzun bir nefes verdikten sonra gözlerinde şeytani bir
parlamayla kafasını yana doğru yavaşça yatırdı. Tekrar konuşmaya başladığında ürpermeden
edemedim. "Bu kadar eğlence yeter. Yatağa!"
Robert bir
an bile duraksamadan yorganının altına girip ışığı kapattı. O ise karanlıkta
kıpkırmızı parlayan gözleriyle hala bana bakmaya devam ediyordu. İri gölgesi
bana bir adım yaklaştıktan sonra kulağıma doğru eğilip fısıldadı. "Yatağa
küçük melek." Ben sesindeki müstehcen tondan dolayı titrememek için
uğraşırken o tıpkı geldiği gibi bir rüzgârla gitmişti.
Gözlerimi
karanlık odanın içinde gezdirdim bir müddet. Boğazıma düğümlenen yumruyu
görmezden gelmeye çalışarak ben de okula döndüm.
* * *
İnsanımla
tanışmaya gitmeden önce umutsuzca durduğum balkonda şimdi çok daha umutsuz bir
şekilde duruyordum. Rakibimin güçlü olduğunu zaten biliyordum ama onun
karşısında yeteneksiz bir yeni yetme gibi duracağımı hiç tahmin etmemiştim.
Karşısında
mantıklı tek kelime edememiştim. Eminim şu an çok kolay bir av olduğumu
düşünüyordur. Ah Tanrım! Aramızda geçenleri düşündükçe hem sinirleniyor hem de
ağlama isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Robert'a tek bir kelimeyle hükmetmişti.
Tabi benim aklımı da yerle bir etmişti!
Ben farkında
bile olmadan gözlerimden akan iki damla yaşa engel olamadım. Her ne kadar ben
sinirden olduğunu düşünmek istesem de gerçek çok farklıydı. Arkamda duyduğum
ayak sesiyle hızlıca başımı çevirdim. Kalbim bir anda daha hızlı atmaya
başlamıştı. Karşımda Profesör Howard'ı görünce farkında olmadan tuttuğum
nefesimi bıraktım. O şeytan dengemi alt üst etmişti.
Profesör
anlayışlı bakışlarla yanıma doğru geldi. Elini uzatıp yüzümdeki gözyaşı
izlerinin üzerinde dolaştırdı. Sonrasında ufak bir gülümsemeyle "Demek ilk
karşılaşma istediğin gibi gitmedi." diye mırıldandı o rahatlatıcı sesiyle.
Kafamı
olumsuz anlamda sallayıp gözlerime kadar gelen yaşları geri gönderdim. Ben
konuşmayınca o konuşmaya devam etti. "Merak etme Sunny. Bu daha ilk
karşılaşmanızdı. Önünüzde uzun bir zaman dilimi var. Henüz hiçbir şey belli
değil."
"Öyle
Profesör ama Robert'ın söylediklerimi bir an bile dinlememiş olması beni çok
üzüyor. Ona doğru düzgün bir şeyler söyleyememiş olmaksa sinirlerimi alt üst
ediyor!"
"Hayır,
Sunny, dinlemiş. Sen kendine güvenir bir şekilde ona itiraz ettiğinde o da
kararsızca beklemiş. Ama sonrasında sen kendine olan güvenini
kaybetmişsin."
Bir an için
Robert'ın kararsız bir şekilde yatak ve çalışma masası arasında beklediği ana
geri döndüm. Evet, beni dinlemişti. Ama ben hemen önümde duran o şeytan
yüzünden dikkatimi ona verememiştim. Ya sürekli böyle olursa ben ne yaparım?
Bakışlarımı Profesör'e çevirip aklımdakileri dile getirdim.
"Profesör,
onun yanında kendimi çok güçsüz hissediyorum. Sanki tüm gücümü ve irademi ele
geçiriyor gibi."
Profesör
Howard samimi bir gülümsemeyle beni cevapladı. "O bir şeytan Sunny. Senin
gücünü emmek için gönderildi. Senin tam zıttın o. Senin korkularınla beslenen
bir şeytan. Eğer kendine yeteri kadar güvenirsen o da aynı şeyleri hissedecek.
Kendine güveni ve inancı fazla olan bu savaşı kazanır. Unutma Sunny,
inanç..."
Profesöre
teşekkür eden bir gülümsemeyle bakıp "Yarın her şey çok daha güzel
olacak." diye mırıldandım. İçimde yeşeren umuda engel olamamıştım. Zaten
umutsuz olmak bize yakışır bir davranış değildi ki...
O şeytan
gerçek yenilmezin kim olduğunu öğrenecekti ona ben öğretecektim. İyilik şimdiye
kadar hep kazanmıştı ve bundan sonra da değişen bir şey olmayacaktı. İnancımı
asla kaybetmeyecektim.
Profesöre
selam verdikten sonra odama doğru koşar adımlarla ilerlemeye başladım. Yarın
Robert'ı ilk ziyaret eden ben olmalıydım. Bu yüzden odama gidip biraz
dinlenmeliydim.
O şeytana
kimin patron olduğunu göstereceğim!
~ * ~ * ~ *
~
Orta yaşlı
hizmetkâr efendisinin bulunduğu yere girdiğinde selam verip kafasını yerden
kaldırmadan ona doğru ilerledi.
Sağ ayağı ve
sol eliyle bir yere zincirlenmiş olan efendisi onu gördüğü an oturduğu büyük
koltuktan kalktı. Zincirler rahat hareket etmesine engel olsa da onun koltuktan
birkaç metre uzaklaşmasına engel olmuyordu. Hizmetkârının ona yaklaşmasını
beklemeden konuşmaya başladı.
"Ne
oldu?"
Hizmetkârı
yüzündeki gülümsemeyi bastırmaya çalışarak onu cevapladı. "Hunter ve Sunny
ilk karşılaşmalarına çıktılar efendim."
"Peki
sonuç?"
"İlk
karşılaşmayı Hunter kazandı. Ama Sunny ikinci karşılaşma için çok hırslı. Hem
de bir meleğe yakışmayacak kadar hırslı."
Efendisi boş
odayı dolduracak bir kahkaha attı. "Peki, başka bir şey olmadı mı?"
"Aralarındaki
çekimi herkes fark etti. Birbirlerine karşı koymakta zorlanacak gibiler."
Efendisi
keyifle kafasını salladı. "İşte bu iyi haber!"
"İkisinin
eşleşmesini sağlamakla en doğru kararı verdiniz efendim. O ikisi her şeyin
anahtarı olacak."
"Ben de
öyle umuyorum Derek. Şimdi git ve bana çok daha iyi haberler getirmeden
gelme."
"Emredersiniz
efendim." Hizmetkâr hızlı adımlarla odadan çıktı. Burada kimseye
yakalanmak istemediği kesindi.
Efendisi
biraz önce heyecanla kalktığı koltuğa sakin ama rahatlamış bir şekilde
oturmuştu. Çektiği çilenin sonu gelmek üzereydi. Derin bir nefesten sonra
yavaşça mırıldandı.
"Herkes
Nemesis'in gücünü öğrenecek. Bana… Bize yaptıkları şeyler için pişman
olacaklar!"
eskiden Angels Friends diye bir çizgi film izliyodum -hala izliyor ;)- birazcık onun fan fiction 'ı gibi olmuş ama yinede hoşuma gitti.Ellerine sağlık yeni bölüm için sabırsızlıkla bekliyorum.
YanıtlaSilEvet evet evet! Kendilerini çoook sevdiğim ve azıcık(!) esinlendiğim doğrudur :) Hikayenin temellerini o oluşturuyor yani :) Beğenmene çok sevindim :) Teşekkürler :))
Sil